24 Haziran 2007 Pazar

Söze Gerek yok

Hadi, merak ediyorum:
Geyik yapan, yabancı müzikler yayınlayan, popüler kültür yazan, çiçeklerden böceklerden bahseden, günlük tutan, şiirlerini veya denemelerini vitrine koyan vs... kısacası konusu siyaset olmayan, düz tabirle lay lay lom yapan; ama vatanını seven, acımızı paylaşan, varlığının ve bu varlığın kaynağının farkında kaç blogger "konsept" (!) derdine düşmeden bu videoyu yayınlayabilir blogunda?
Bu, siz evinizde blogunuzu rahatça yazın diye (!) kendini feda edenlerin videosudur.
Söze gerek yok...

Adres : http://www.youtube.com/watch?v=htjm0DxGF4g

Embed code, bu linkten alınabilir...

Düzenleme (26 Haziran 2007) : Çağrıma cevap veren çok sayıda blogger arkadaşıma teşekkür ederim. Bu zincir duyula duyula daha da genişlemiş gördüğüm kadarıyla. Benim haberdar olmadığım bloggerlar da yorumlarla öğrenip sitelerine ekliyorlar. Katkıda bulunan herekese teşekkür ederim.

Not : Lütfen yukarıda yazdıklarımdan kimse alınmasın, darılmasın. Herkesin bir blog tarzı var. Sonuçta blogun mantığı biraz da öyle. Aslında blog mantığına aykırı davranan benim. Hani lütfen kimse yukarıda yazdıklarımı kötüleme maksadıyla yazdığımı sanmasın. Kaldı ki yukarıda saydıklarımdan biri de benim kendi bloglarımdan "Sevda Sözleri"ne ait. "Ama" diye özellikle koyu yazdığım kısımdan sonrakileri de dikkate alınız :)
Saygılar, sevgiler...

17 Haziran 2007 Pazar

Davaya İhanet Etme Hulki

Sayın Hulki Cevizoğlu,
Geçen hafta, bağlı bulunduğunuz televizyon kanalının haber bülteninde, Ankara'dan bağımsız milletvekili adayı olduğunuzu öğrenmiş bulunuyoruz.
Sizi ve fikirlerinizi beğeniyle izleyen, kanalınızı sürekli takip eden bir izleyici, okuyucuyum. Düşüncelerinizi ve bu düşünceleri savunuş biçiminizi takdir etmekle beraber almış olduğunuz milletvekilliği adaylığı kararına şiddetle karşı çıkıyorum.
Hepimiz meydanlara döküldük, solda ve sağda birleşmeyi sağlamaya çalıştık. Neden? Çünkü temel anayasal değerleri tehdit eden, vatanı göz göre göre satan, pazarlayan bir zihniyet karşısında artık kişisel ve partisel heveslerin, hırsların, çıkar hesaplarının sona ermesi gerektiğine inandık. Sizin kanalınızın başındaki isim Tuncay Özkan da bu sürecin baş mimarlarından biri oldu. Şahsınız da dahil malum çevreler bu eylemlerimize gösteri boyutunda destek verdi.
Ancak bugün geldiğiniz nokta gösteriyor ki siz de bir insaoğlu olarak kişisel hırslarınıza, heveslerinize yenik düştünüz. Bir milletvekili koltuğu için davamıza ihanet etmektesiniz. Bizler, bu vatana ihanet eden zihniyeti zaten karşımıza almış durumdayız. Fakat bizden olup da davaya zarar verenleri hiçbir vicdan affetmeyecektir.
Ankara'dan seçilemeyeceğinizi umuyorum. Muhtemelen de öyle olacaktır. Ancak sizin oy çalacağınız 2 parti var. CHP ve MHP. Bu partilerden çalacağınız oylar CHP'ye 2 veya 3 , MHP'ye 1 veya 2 milletvekili kaybetirirse bunun hesabını kime ve nasıl vereceksiniz? Seçilseniz dahi AKP'ye hediye ettiğiniz 4-5 milletvekili hiç mi vicdanınızı rahatsız etmeyecek?
Kanaltürk'teki söylemleriniz, konferanslardaki hükümet karşıtlığınız yalan mıydı? Yoksa bir tercih yapma noktasında hep dilinize doladığınız üzere içinde bulunduğumuz olağan üstü şartlarda biz Atatürkçilere destek olmak yerine bir milletvekili koltuğunu terch etmek daha mı mantıklı geldi?
Lütfen kararınızı yeniden gözden geçiriniz. Aksi takdirde bu vatana kötülük etmiş olacaksınız ve artık söylediğiniz her şeyin içi boşalacak...
Saygılarımla.

Not : Bir sürü kanala garip seçim yasakları yüzünden ceza veren RTÜK, nasıl oluyor da sizin programınızı yayında tutabiliyor? Bu aleni bir fırsat eşitsizliği değil midir? Hangi milletvekili adayı haftada 3-5 saat çıkıp program yapabiliyor?

10 Haziran 2007 Pazar

Sınır Ötesi Operasyon

Uzun zamandır ülkenin gündeminde olan bir konu. Emir Bey’in ricasını da dikkate alarak, bu konuya değinmeye karar verdim.

Bundan birkaç sene önceye dönersek, Saddam zamanına, Türkiye için sınır ötesi operasyonların zemini çok farklı idi. Eskiden, 36. paraleli çizmiş, Kuzey Irak’ı Irak’ın toprak bütünlüğünden soyutlamış bir Türkiye vardı. O günün şartlarında meşru müdafaa hakkını kullanmış olmamak ve merkezi Irak hükümeti ile karşı karşıya gelmemek adına başarılı bir taktik olduğu söylenebilir.

Zira Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarına “meşru müdafaa” demesi, teröristlerin hukuki kimliğinin tanınması anlamına gelecekti.

Bunun da ötesinde Saddam’ın şerrinden kaçan Iraklı Kürtlere değinelim. Sınırlarımıza binlerce Kürt yığıldı. Hepsi dağları, tepeleri çıplak ayakla aşıp geldiler. Her geçtikleri yerde ölüler bıraktılar. Kimilerini gömdüler, kimilerini gömmeye vakit bulamadılar kaçmaktan. Ve bütün engelleri aşıp sınırımıza dayandıklarında, yerleştikleri yeri ölü kokusu kaplamıştı…

Biz ne yaptık? Bun insanlara sınırlarımızı açtık. Türk’ün koruyuculuğunu, misafirperverliğini, muhtaca merhametini gösterdik. Şimdi bize kafa tutan; fakat o zaman Türk pasaportu ile yurt dışı gezilerine gidebilen kabile liderleri, Özal’a “babamızsın” diyerek elini öptüler.

Gelelim bugüne…

Daha dün, çok acı bir haber geldi: bir yarbay, bir binbaşı ve bir er şehit edildi. Sanırım Yarbay seviyesindeki ilk kaybımız bu. Silah yine aynı: mayın!

Her gün şehit haberleri geliyor yurdumun dört bir yanından. Haber bültenlerinde ağlayan anaları görüyoruz. 1,5 yaşında babasız kalan çocukları, karnındaki bebeğiyle dul kalan bacıları görüyoruz…

Siyaset duygusallık kaldırmaz, evet, bunu söyleyen benim. Ama içinde bulunduğumuz şartlar altında artık şunu çekinmeden söyleyebiliyorum: Duygusal asker istiyorum, duygusal siyasetçi istiyorum!

Şehit annesinin serzenişine “Ben bunları mı dinleyeceğim?” diyen, bir başka şehit ailesinin haykırışına “Askerlik yan gelip yatma yeri değil” diyen bir başbakandan umudumu kestim! Artık sadece duygusal Genelkurmay istiyorum. Ve bunu, zaman zaman görebiliyorum.

Şimdi olayın biraz daha teorik boyutuna gelelim…

Bu tür olayları 14 Eylül öncesi ve 14 Eylül sonrası olarak iki dönemde incelemek faydalı olacaktır. 14 Eylül 2001’de ne olmuştu? 11 Eylül saldırılarının ardından George Bush, literatüre “Bush Doktrini” olara geçecek yeni ABD strateji ilkelerini açıklamıştı.

14 Eylül’den önce, bilhassa BM’in dayattığı bir takım oto kontrol mekanizmaları ile başka ülkelere yapılacak müdahaleler zorlaştırılmıştı. Zira barışı korumak görevi altında BM, her türlü silahlı eyleme karşı idi. Öyle ki meşru müdafaanın da şartları ağırlaştırılarak, meşru müdafaa zorlaşmıştı. Bu durumda ülkelerin, sınırlarının ötesindeki terörist hareketlere o ülke sınırları içinde doğrudan müdahalesi mümkün değildi, daha doğrusu çok zor şartlara bağlanmıştı.

Ancak Bush doktrini ile ortaya çıkan “önleyici karşı saldırı” kavramı, terörle mücadelede “olası tehlikeli saldırı” denen kavrama karşı savunma hakkı tanıdı. Teröre karşı “orantılı karşı yaptırım”ın yerini doğrudan “önleyici saldırı” aldı. Daha da önemlisi, meşru müdafaanın yalnızca devletlere yada belli hukuki varlıklara karşı değil, terörist gruplara karşı da yapılabileceği kabul edildi.

Bu durumda çok basit ama çok doğru bir ifadeyi aynen yazma gereği duyuyorum: ABD, okyanusun ötesinden gelip Taliban’ı vuruyor; ben burnumun dibindeki Irak’ı neden vuramıyorum?

İşte tam burada dünya konjonktürü, süper güç, lobi vb. durumlar ortaya çıkıyor.

Öncelikle şunu belirleyelim: Sınırı geçip ne yapacağız? Kiminle savaşacağız? Sınırı geçtiğimizde büyük ihtimalle çoğunluğu dağlardan kaçarak peşmergeye karışmış terörsitleri arayacağız dağlarda. Ya bulamayacağız, ya az sayıda bulacağız. Bütün bunlar olurken de döşenmiş mayınlardan dolayı şehitler vereceğiz.

Ama asıl önemli olan ondan sonrası. Irak sınırından sonraki dağlığın arkasındaki düzlükte bir tampon bölge oluşturup buraya konuşlanmadığımız sürece yapacak hiçbir şey yok. Kısacası: Türk askeri sınırın birkaç kilometre içinde ikinci bir sınır oluşturarak aradaki bölgeyi zararsız tampon bölge yapacak.

Plan buraya kadar güzel. Peki ya sorun nerede?

Sorun şu ihtimallerde:

1- ABD askeri henüz bölgeden çekilmedi. Yakında çekilecek ama henüz değil. Bu durumda ABD askeri ile çarpışma ihtimali var.

2- “Ben PKK ile savaşmam” diyen Barzani ve Talabani ile çarpışma ihtimali var.

3- Bütün bu gelişmelerin sonunda yurt içindeki terörün yükselme ihtimali var.

4- En kötü senaryo: Türk kimliği taşıyan Kürt kökenli vatandaşların, sınırlar dahilinde Türk askeriyle aleni çatışması ihtimali var.

5- Yukarıda anlattığım durum, açıkça “bölgesel işgal”dir. Irak ve ABD topraklarının işgalidir. Bunu uluslar arası camiaya anlatmak ve birçok ülkeyi karşımıza almanın vereceği sonuçlara katlanmak lazım.

Kısacası: sınır ötesi operasyon, birçok açıdan kırılma noktası olabilir.

ABD, aslında Türklerin Kuzey Irak’a girmesi konusuna olumlu bakabilir. Zira kendisinin bölgeden çekilmesi durumunda oradaki otorite boşluğunu yine bir çatışma ile kaos yaratarak ve sonuçta bölgeyi kendi kontrolündeki Türklere bırakarak gitmek isteyebilir. Ancak biz Türkler, girdiğimiz yerden kolay kolay çıkmayan bir milletiz…

Gelelim Büyükanıt ve hükümet arasında, bu konuda oluşan pozisyona…

Başta boşu boşuna demedim “Duygusal Genelkurmay istiyorum” diye. Ve görüyorum da bunu. Fakat hükümet, abisi ABD’den izin alamamış olacak ki, hâlâ “Bunlar öyle hemen olacak işler değil” söylemleriyle oyalamakta milleti. Kaç yıldır aynı hikaye. Askerlerimizin kafasına çuval geçirildiğinde de “O müzik notası değil” demişlerdi.

Ama daha önceki yazımda da açıkladım “Artık Türkiye’de milletin bağrından çıkan bir güç daha var” ve o güç, sınır ötesine geçmek için hazır bekliyor. Ama hükümet “Yapma, dur gözünü seveyim” diye adeta görmezden geliyor.

Benim fikrimi sorarsanız: Yukarıda saydığım hiçbir durum, bir tek şehidimizin anasının tek bir gözyaşından değerli değildir! Bir Türk dünyaya bedeldir, sözünü saçma sapan milliyetçilik yobazlığıyla anlayanları, şimdi bu şartlar altında bu sözü doğru değerlendirmeye çağırıyorum.

Dünyanın en disiplinli ordusuna sahibiz. Türk ordusu bölgenin en güçlü, en iyi ordusu. Askeri başarıyı, günümüzün gerçek ve modern aydınları olan başarılı komutanlarımızla kısa sürede alacağımıza inanıyorum.

Artık bu kan dursun. Biraz kendimize güvenelim.

10 yılda 15 milyon genç yaratan ruh, gerekirse bugün de çıkar; 1 günde 70 milyon genç yaratır.

İlgili TSK Açıklaması

3 Haziran 2007 Pazar

Barzani ft. Tayyip vs. Büyükanıt

.

2 Haziran 2007 günü bir haber düştü sitelere: Kuzey Irak'ta Türk Askerine Silah Çekildi.
Zaten sınır ihlali dolayısıyla gergin olan ortamda bu haber birçoğumuzda soğuk duş etkisi yarattı. Yeni bir çuval vakası olduğunu sandık. Haberi önce netten takip ettiğimiz için medyada infihal yaratıp yaratmadığını yada boyutunu da idrak edemedik tabi...
Olay şöyle olmuş habere göre:
Genelkurmay Başkanlığı, bugün öğle saatlerinde Irak'ın kuzeyindeki Süleymaniye kentinde normal görevi kapsamında intikal halinde bulunan sivil kıyafetli Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) unsurlarına, araçlarıyla kontrol noktasından geçerken mahalli güçlere mensup kişiler tarafından durdurularak sözlü tacizde bulunulduğunu ve silah doğrultulduğunu açıkladı.
Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreterliği'nden yapılan yazılı açıklamada, TSK unsurlarının kendilerini tanıtarak 'bu etik dışı davranışa' gerekli tepkiyi vermesi üzerine, 'yanlış anlaşılmadan kaynaklandığı değerlendirilen taciz ve silah doğrultma olayının' sona erdirildiği belirtilerek, olaydan sonra TSK unsurlarının 'vukuatsız olarak' üslerine döndükleri kaydedildi.

Kısacası Kürtler bizim aslanlara gider yapmak istemiş; ama giderin Allahını bizimkilerden görünce geri yapmışlar. Evet, ilk defa blogumda böyle bir üslup kullandım ama sanırım tam karşıladı...
Türk Silahlı Kuvvetleri'nden yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:
İçerde ve dışarda herkes şunu iyice bilmeli ve anlamalıdır ki; bu bölgede görev yapan unsurlarımız yüce Türk Milletinin ve kahraman Türk Ordusunun mümtaz evlatlarıdır. Onlara yapılacak en ufak bir etik dışı davranış veya eylem, tümüyle Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Silahlı Kuvvetlerine yapılmış sayılacak ve gereken en üst düzeyde karşılık görecektir.
Şimdi buraya kadar olan kısmı değerlendirirsek...
Yıllar önce kafamıza çuval geçirildiğinde, hükümetle şiir gibi anlaştığını söyleyen Hilmi Özkök Genelkurmay Başkanı idi. Olay, tamamen siyasi boyutta ele alındı, siyasi kanat (hükümet) inisiyatifini ABD'ye ters düşmemek adına ezilmekten yana kullandı. Birliğini savunmak ve onuruyla çarpışarak gerekirse ölmek üzere hazır bulunan Türk birlikleri teslim oldular.
Evet, o günlerde hiçbir sert çıkış yapılmadı. ABD'ye nota verilmesi sorulunca Başbakan "O müzik notası değil öyle kolay kolay verilmez" dedi. (Not: Bu en son sınır ihlalinde hemen nota geldi; demek ki veriliyormuş.)
Peki bugün bu olayda ne oldu? Hükümetle şiir gibi anlaşmayan, Tayyip Bey'in kendisine "hocam" diye hitap etmediği Genelkurmay Başkanımız kanadından bir açıklama geldi. Bir kısmını yukarıda yayınlamıştım. Ama esas önemli olan kısmı, tepki konulan şu kısım:
İçerde ve dışarda herkes şunu iyice bilmeli ve anlamalıdır ki; bu bölgede görev yapan unsurlarımız yüce Türk Milletinin ve kahraman Türk Ordusunun mümtaz evlatlarıdır. Onlara yapılacak en ufak bir etik dışı davranış veya eylem, tümüyle Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Silahlı Kuvvetlerine yapılmış sayılacak ve gereken en üst düzeyde karşılık görecektir.
İşte tam da beklediğimiz açıklama. Yine Büyükanıt ve yine o muhteşem duruş...
Peki sayın Başbakanımızdan bu konuda açıklama geldi mi? Hayır!
Son olarak: Bu açıklamanın iç siyasete dönük bir anlamı daha var. Artık ordu, kendisini ilgilendiren konularda bizzat ve doğrudan taraf olmaktadır. Kendisini doğrudan ilgilendirmeyen konularda da bu böyledir. Kısacası ordu, "Artık yönetimde ben de varım" demektedir.
Sayın Büyükanıt'ın Nisan ayındaki konuşmasının satır aralarında, bu durum açıkça görülebilir. E-muhtıra olarak adlandırılan süreç de bunun bir parçasıdır.
Büyükanıt vs Erdoğan kısmından sonra, olaya hemen akabinde müdahil olan Barzani Bey'e geçerek yazımı noktalayayım.
Daha Türkiye'de yediği lokmalar boğazında duran Barzani, konuyla ilgili şu açıklamaları yapmış:
Kuzey Irak'taki Kürt liderlerden Mesut Barzani, bölgede temaslarda bulunan Irak Başbakanı Nuri Maliki'yi Bağdat'a yolcu ederken Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın değerlendirmeleri hatırlatılınca, “Kim ne derse desin, artık tehdit zamanı değil. Biz sorunların diyalogla çözülmesinden yanayız. Sorunların askeri yöntemlerle çözülemeyeceğini gördüler ve biliyorlar.
Uzun zamandır bize ters tavırlar takınan Barzani, geri adım atmakla halkına mahçup olmak arasındaki ince çizgide laflar ediyor. Hadi Barzani, desene bakalım "Büyükanıt benim muhatabım değildir" diye. Olur mu?
O da olan biten her şeyin farkında. Artık Türkiye'de bir güç daha var. Ve bu güç, mevcut siyasi odaklar gibi birilerine yaranmak adına milli değerlerimizi zedeleyen, yahut zedelenmesine izin veren bir güç değil. Çünkü bu güç, bizzat milletin bağrından çıkanların gücü...