28 Mart 2007 Çarşamba

Kelle Alan Sayın Terörist

Malumunuz, gündemi uzun süredir meşgul ediyor Sayın Başbakan'ın ve müstakbel Cumhurbaşkanı heveslimizin "Sayın (!) Öcalan" dediği radyo konuşması. Peki RTE'nin tek gafı bu mu? Yok yok, başbakanlık dönemindeki kabadayı üslupsuzluklarından yada daha önceki cumhuriyet karşıtı konuşmalarından bahsetmiyorum. Yine söz konusu radyo röportajındaki gaftan bahsediyorum: Kelle!
"Askerlik yan gelip yatma yeri değildir" diyen bir Başbakan, "Sayın Öcalan" derse, bu insanın terminolojisinde şehit kavramına "kelle" lafının düşüyor olmasına şaşırmam. Siz şaşırır mısınız?
Dün bir arkadaşımla müdavimi olduğumuz bir mekanda yemek yerken sordu "Sayın Öcalan, demekte ne var ki abi?" diye. Öncelikle hukuki dayanağını bildireyim sizlere.
Soruşturma, Yeni Türk Ceza Kanunu'nun "Suçu ve Suçluyu Övme" başlığını taşıyan 215. maddesinden açılmış, basından duyduğumuz bu. Ne diyor YTCK 215:
Suçu ve suçluyu övme
MADDE 215. - (1) İşlenmiş olan bir suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi alenen öven kimse, iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Yeterli mi? Bence değil. Şimdi size YTCK'nin 217. maddesini de yazıyorum, buyrun:
Kanunlara uymamaya tahrik
MADDE 217. - (1) Halkı kanunlara uymamaya alenen tahrik eden kişi, tahrikin kamu barışını bozmaya elverişli olması hâlinde, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.

Sayın savcım, suçluluğu adalet organları tarafından da tescillenmiş ve kamuoyunda suçluluk abidesine dönüşmüş, toplumsal zararları ile bu zararlardan nemalanan yahut onlarla ülkü birliği yapanların sembolü olmuş birine saygı gösteriliyorsa bu, bazı kesimleri aleni olarak kanunlara uymamaya tahrik değil midir? Hem de suç, basın yoluyla işlendiği için ağırlaştırıcı unsur da yok mudur?
Örnek şikayet dilekçesi için : http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=6457
Arkadaşımın sorusunu bir de siyasi pratik açısından yorumlamak gerekirse...
Bu ülkenin başbakanı -ki mevcut düzenle kavgalıdır kendileri- simgeleştirilen bir terörist başına "Sayın" derse; varlığımızı borçlu olduğumuz, tarihe gömmek istesek sığdıramayacağımız, aziz şehitlerimiz için "kelle" derse; bakın başkaları ne der?
Leyla Zana, diye bir sözde Kürt milliyetçisi çıkar "Bizim liderlerimiz Barzani, Talabani ve Öcalan" der. Sözde bir Kürt partisi olan DTP'nin il başkanı çıkar "Kerkük'e yapılan her şeyi Diyarbakır'a yapılmış sayarız" der. Diyarbakır Belediye Başkanı çıkar Cumhurbaşkanına Kürtçe davetiye gönderir; yetmez, birçok söyleminde etnik milliyetçilik yapar.
Kısacası: Balık, baştan kokar...
Kuzey Irak'taki Kürt liderlerin "bağımsızlık" ve "özerk devlet" sözlerini artık çekinmeden, açıkça söylemeleri ile bu olayların denk gelmesi tesadüf müdür?
Evet, büyük bir oyunun içinde küçük bir başbakan ve malesef onun altında makus talihine küs, büyük bir ulus...
Tehlikenin farkında mısınız?

Başbakan'ın meşhur gaf konuşması için: http://rapidshare.com/files/23235683/erdogan_sbs_konusma.mp3.html

25 Mart 2007 Pazar

εθνική γιορτή

Başlığın çevirisi : milli bayram. Yunanca.
Her zaman siyaset konuşacak değiliz. Bugün de "spor" etiketli bir yazı yazalım. Zira gündemin en önemli maddesi bugün için, 4-1 biten Yunanistan - Türkiye milli maçı.
Maç başlarken "Yine 40. saniyede yeriz bir gol" dedim; o kadar erken olmasa da 5. dakikada "Maçın bütün keyfi bitti, gece mahvoldu" dememe sebep olan gol geldi. Derken soyunma odasına berabere girişimiz, gelen goller, komşunun kaçan golleri vs... Sonuç : 1-4.
Aslında biz bu filmi çok gördük, sadece taraflar farklıydı. Hadi çok değil 10 sene geriye, yada daha dramatik olsun, 15 sene geriye, çocukluğumuza gidelim.
Stad süslenmiş, bayram öncesi, milli coşkular doruğa çıkmış, berabere kalsak bile millet sokaklara dökülecek. İngiltere'ye gol atmak bile büyük başarı o zamanlar. Sonra ne olur? Bütün ulus hezimete uğrar. Doğulu ulusların az biraz kaderidir bu hayal kırıkları... Başımız öne eğilir; ama alışık olduğumuzdan hemen arkasından morfini gelir: Umut!
Biz bu filmi gördük, yaşadık. Sadece taraflar farklıydı. Peki şimdi karşı pencereden bakınca ne gördük?
Hadi kimse kandırmasın kimseyi. Milli bayram öncesinde sevince hazırlanan ve Milli Marşımızı ıslıklayan Yunanistan'a bayramı zehir etmek hepimize yüksek bir ego tatminiyle karışık ve yarı sadistçe bir mutluluk verdi.
İnsanoğlu işte, ne oldum havasında hemen.
Futbola dair konuşmak gerekirse...
Hakan Şükür ruh gibi gezdi sağolsun 10 kişi oynadık, onca eksiğe rağmen iyi oynadık, maçın başındaki motivasyon eksikliği ve top yapamama durumu yediğimiz golle erken bitti neyse ki, rakip kaleci 2 gol hediye etti, Volkan çok uğraşsa da 1 golden fazla yiyemedi, Tümer ve Aurelio görevini kusursuz yaptı, Nobre bu takımda rahat oynar tezimiz kanıtlandı...
Kısaca: güzel maçtı.
Konuyla ilgili Milliyet gazetesinde Mehmet Demirkol'un yazısını okumanızı tavsiye ederim. Taktik anlamda Fatih Hoca'yı kutlamak lazım ve nedenini çok iyi anlatmış.
http://www.milliyet.com.tr/2007/03/25/spor/ydemirkol.html
Milli takımımızı tebrik ediyoruz ve Norveç maçında başarılar diliyoruz. Sakatlar ve cezalılar yüzünden alternatiflerimiz azaldı; ama eksik değiliz, sahaya 11 kişi çıkacağız.
Spor yazdık bu sefer. Malum: Gündemdekiler...

21 Mart 2007 Çarşamba

Cumhurun Başkanı Cumhuriyetle Kavgalı Olursa

Uzun süredir devam eden bir tartışma cumhurbaşkanlığı meselesi. Malum, final ayı olan Nisan da geldi çattı. Birçok senaryo döndürüldü, formüller üretilmeye çalıştı Sayın Erdoğan'ı köşke çıkarmamak için. Birçoğu da hukukçulardan gelmekle birlikte, objektif ve samimi olduğuna ben de dahil birçok kişi inanmadı.
Oysa bakın, zaten ortada olan, genel normlara göre subjektif denebilecek ama en geçerli mazereti bugün Vatan Gazetesi çok güzel ortaya koydu. Cumhuriyetin kurumlarıyla kavgalı bir cumhurbaşkanı olur mu?
Efendim, kast ettiğimiz, sayın başbakanın cumhuriyet karşıtlığından dolayı hapis cezası almış olması, kısacası "minareler süngümüz olacak" vs... dediği gerçeği değil. Kast ettiğimiz, YÖK ve Yüksek Yargıda yaşanan kadrolaşma çabalarının sonuçsuz kalması ve nihayetinde ortaya çıkan Erdoğan - cumhuriyet çelişkisi.
Üniversiteler, bir ülkenin bilimde, teknikte, kültürde gelişmişlik sembolüdür; prestijdir her şeyden önce. Ve bugün, bütün dünyanın üzerinde anlaştığı ve bizim de hukukumuzda yerini çokça bulan nokta "üniversitelerin özerkliği"dir. Zira siyasi otorite altında özgür bilim, özgür kültür faaliyeti yapılamaz! Türban yasağının altında da üniversitelerin her türlü ayırt edicilikten arınması yok mudur?
Neyse, konuyu toplayalım... Şu anda rektör atama yetkisi hükümette değil. Tarafsızlığı olan cumhurbaşkanından geçen bir süreç var. YÖK de bunun baş aktörü. Hükümet, kadrolaşma faaliyetlerini ısrarla üniversitelere de uygulamak istiyor, her alanda olduğu gibi. İşte size üniversite bağımsızlığına açık müdahale.
Sırf bu yüzden 15 üniversitenin rektör atamasına figan ediyor Milli Eğitim Bakanı. Zira hesaplarına göre Erdoğan cumhurbaşkanı olacak ve atamalar da AK Partili kadrolara göre yapılacak. Hatta bir olasılık, kılıfına uydurularak rektör atama süreci değiştirilecek yahut YÖK'ün içi boşaltılacak. İrtica, üniversitelere girecek.
Kısacası: cumhuriyetin en önemli kurumlarından olan üniversitelerle kavgalı bir Erdoğan cumhurbaşkanı adayı.
Gelelim ikinci meseleye: Yüksek yargı ile çatışma.
Yüksek yargıda etkinlik sağlayamayan, Anayasa Mahkemesi'nin birçok kararı yüzünde tokat gibi patlayan hükümet, Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi gibi yüksek yargı organlarına giremeyince bunların başkan seçim faaliyetlerini, müsteşar göndermeyerek felç ediyor. Hesaplar ne üzerine? Erdoğan cumhurbaşkanı seçilecek ve ondan sonra yapılacak her ne yapılacak ise...
Yüksek yargı organları, bir hukuk sisteminin onurudur, şerefidir. Hukuk devletinin önemi konusunda fazla bir şey söylememe gerek yok sanırım.
Kısacası: Cumhuriyetin en temel organlarından ikisiyle aleni, ve daha birçok organıyla ve bizatihi dinamikleriyle, kurucusuyla sorunu olan AKP'nin başkanı, cumhurbaşkanı olmaya doğru gidiyor. Yani cumhurun başkanı olmaya, yani karşısında durduğu her şeyin başı olmaya.
Şimdi tehlike daha görünür oldu mu, ne dersiniz?
Sayın Sezer'in çizdiği örnek cumhurbaşkanı profilini de başka bir yazıda anlatırım, efendim.
Bir de bu gece sürpriz bir şekilde Ahmet Necdet Sezer, askerlere yemek vermiş Köşk'te. Yaşar Büyükanıt ve kuvvet komutanlarının katıldığı ifade ediliyor bu plansız yada en azından habersiz yemeğe. İçeride ne konuşulduğu çok önemli. Komplo teorilerini görmemiz lazım.
Saygılarımla...

17 Mart 2007 Cumartesi

Amerika Irak'ta Battı (mı acaba?)

Efendim, malumunuz, her yerde aynı şey konuşuluyor: ABD, İran'a saldıracak mı? Bu konuda tarih verenler bile olmasına karşın, bir kesim de "Aman ha, orası Irak gibi değil, diyor.
Hepimiz şunda hemfikiriz sanırım: ABD, Irak'ta batağa saplandı, aciz duruma düştü. Bence bu yazıdan sonra bir kere daha düşünün.
Günümüzde fetih teknikleri ve metodları değişti. Eski bir IMF yöneticisinin "gelişmekte olan ülkeler ekonomik taktiklerle nasıl ele geçirilir" itiraflarını okuyanınız vardır elbet. Yada ABD'nin Balkanlar'ı nasıl 1000 parçaya böldüğünü bilenleriniz de vardır. Kısacası: artık ordular bir ovada çarpışıp illeri fethetmiyorlar. Ne mi yapıyorlar? Her şeyi para üzerine kurup, oturdukları yerden ele geçiriyorlar. Modern fetihler, diyoruz biz bunlara.
Şimdi yeniden Irak'a dönelim; ama konuyu ekonomik açıdan değerlendirelim.
Irak Savaşı'ndan önce petrolün varil fiyatı neydi, şimdi ne? Kaba bir hesapla %100 zamlandı. Bu olayı 2 açıdan incelersek, bu durum kime yaradı?
Paralarının büyük çoğunluğunu ABD bankalarına yatıran ve bütün ABD ileri gelenleriyle adeta can dostu olan Arap petrol ülkelerinin (ki 11 Eylül komploları göz ardı edilmemeli) ve uluslar arası petrol şirketlerinin (ki bu şirketlerin bölgesel teröre ve silah ticaretine desteği malum) işine yaradı.
Peki kimin işini bozdu?
Başta Çin ve Hindistan olmak üzere gelişen, büyüyen ve bunu da ucuz sanayi ile yapan majör ham madde alıcılarının. Yani kısaca: en büyük petrol alıcısı Çin, ABD meşeili şirketlerden daha önce petrolü 1 liraya alırken, şimdi 2 liraya alıyor.
Bu durumda ABD, şimdiden 2 kuş vurdu. Bunları cebimize koyalım. Ve devam edelim.
Bilhassa 1980'lerden başlayarak yürütülen "böl-parçala-yönet" stratejisinin kaç örneğini gördük? En basitinden burnumuzun dibine, Balkanlara bakalım. Koskoca devletler, şu an bölük pörçük hâlde. Bunu da ırk, etnik köken gibi objektif ulus değerlerini kullanarak ve ortak yaşama arzusu gibi subjektif ulus değerlerini aşındırarak yaptılar. Büyük Ortadoğu Projesi'nin provası değil miydi bu? Ne alaka, demeyin. Büyük Ortadoğu = Küçük Devletler = Büyük Amerika.
Kısacası ABD, bugün Şii, Sunni, Kürt..... derken yine aynı oyunu sergiliyor. Kürtlerle işbirliği yapıldı, pazarlıklar 2001 yılına kadar dayanıyor. Kuzey Irak'ta, ABD himayesinde bir Kürt devleti! Emperyalizmin uşağı, ABD'nin petrol bekçisi bir Kürt devleti. Güçlenmesine izin verilmeyecek 3'e bölünmüş bir Irak ve böylece hem ekonomik, hem siyasi anlamda tam hakimiyet.
ABD, Irak'taki durumu "iç savaş" olarak niteleyince herkes "itiraf" dedi buna. Ne itirafı yahu? Kim kimi kandırıyor? Bu düpedüz ateşe körükle gitmek, bu düpedüz zafer ilanı!
Biri ekonomik, biri siyasi iki kuş da burdan vurdu mu size ABD. Hadi bunları da cebinize koyun.
Ve son olarak: toplama bir ulus olan ABD'yi terör korkusuyla milliyetçilikle tanıştırıp, millet oluşturmanın temelinde yatan birinci ihtiyaç olan can güvenliğini de kullanarak emellerinize alet ettiniz mi? Bu savaşla tam anlamıyla bir ülke ve devlet olabildiniz mi?
Bir kuş daha gitti, yazık oldu.
Irak'ta her gün ABD askerleri ölüyormuş. Irak'ta her gün 2 ABD askeri ölüyorsa, 30 sivil Iraklı ölüyor ey millet! Bu saatten sonra da işgalci Bush veya herhangi bir Amerikalı yetkili ne o 2 askere, ne de 30 sivile yanar. İşin ucunda petrol var, işin ucunda para var. Kim takar ölen insanı? Bana ne yahu?
Evet, artık ordular bir ovada çarpışıp iller kuşatmıyorlar.
ABD yarın öbür gün Irak'tan çekilir, çıkar. Sizler de basından "Amerika bozguna uğradı" diye izler, okursunuz; keyiflenirsiniz. Oysa ganimet paylaşılmaktadır siz evinizde haberleri izlerken.
Bu arada, ben kaçırdım: Kaç kuş vurdu bu ABD yahu?

14 Mart 2007 Çarşamba

Tehlikenin Farkında Mısınız?

Geçen sene nisan ayı idi sanırım, Cumhuriyet gazetesi ilk kez bu sloganı kullanmıştı. O zaman da yankı bulmuştu, ses getirmişti ya, son reklam filminde dozaj artınca mesele etik bir tartışmaya dönüşüverdi.

Bir kesim çıktı ve bunun kışkırtıcılık olduğunu ileri sürdü. Onlara göre hiçbir tehlike olmadığı gibi, Cumhuriyet gazetesi ve ona yakın odaklar, bu tehlike manüplasyonu ile çıkar sağlamakta idiler. Başbakanın deyimi ile “siyasi rant”. Başbakanımız rantın ne olduğunu iyi bilir tabi, vardır bir bildiği…

Neyse efendim, konuya dönelim.

Temel sorumuz şu: Tehlike var mı? Buradan yola çıkalım.

Baştan söyleyeyim, benim cevabım “evet”. Bu ülkede yaşayan insanlar olarak, hadi biraz dürüst olalım, farkında değil miyiz etrafımızda olup bitenin? Din kisvesi altında bize giydirilenlerin farkında değil miyiz?

Türkiye Cumhuriyeti, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan bir ülkedir; ama bir İslam ülkesi değildir. Bu kabulü baştan alırsak, eylemlerinin her türlüsünü “Müslüman bir ülkede yaşıyoruz” gerekçesine dayandıran kesimi daha iyi analiz edebiliriz. O insanlar değil midir ki “Demokrasi bizim için araçtır. Cumhuriyetin kurumlarını ele geçirmek için bir araç” diyenler?

Bugünkü başbakanımız dememiş miydi “Elhamdülillah şeriatçıyız” diye, “Meclis dua ile açılmalı” diye, “Ben İstanbul’un imamıyım” diye?

Efendim, bu bir niyet meselesi midir? Evet, aleni söylüyorum işte: Ben niyet okuyuculuğu yapıyorum. Faraziyelere dayanmıyorum, yukarıda yazdığım gerçeklerden yola çıkıyorum.

IMF’le yapılan anlaşmalarda satılan yurdumu, zorla kurdurulmak istenen Kürt devletine desteği, cumhuriyetin kurumlarıyla savaşı, yer altından yer üstüne gerici ve irticacı akımların çıkarak biz açık fikirli insanlara yaptıkları baskıları, yeşil sermayeye sipariş edilen ihaleleri, devletin her kurumunda herkesin şahit olduğu kadrolaşmayı görmeyen var mı?

Bu verilerden yola çıkıyorum ve analiz yapıyorum. Bunun adı niyet okuyuculuğu ise evet, ben niyet okuyorum.

Şimdi, ilk sorumuzu cevapladık. O zaman hadi şimdi ikinci sorumu siz cevaplayın: Tehlikenin farkında mısınız?

Bakın, tehlikenin farkında olan biri ne diyor:

Daha önce de açıkça söyledim: Türkiye Cumhuriyeti, 1923'ten bu yana bu kadar büyük risk, tehdit ve sıkıntılarla karşı karşıya kalmadı. – Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt

8 Mart 2007 Perşembe

Merhaba

Değerli okuyucular,
Bundan 1 sene önce başladığım blog yolculuğum, nihayet yeni bir blogla, kaldığı yerden devam ediyor. Artık "Gündemdekiler" ile karşınızdayız.
Bu blogda, gündemdeki konuları, bazen nükteli, bazen belgesel, bazen köşe yazısı kıvamında subjektif, bazen de gündemde olmayan genel meselelere karıştırarak yorumlamaya çalışacağım.
Her hafta, çarşamba ve pazar olmak üzere, 2 yazı ile buluşacağız.
Biraz düşünelim lütfen. Bu ülkeye dair düşünceler üretmek bir vazifedir. Herkes bir şeylerden şikayet ediyor, sorun üretiyor.
Ama sorarlar adama: Sen bu ülke için, çözüm için ne yaptın?
Benimle düşünür müsünüz?
Saygılarımla...