10 Haziran 2007 Pazar

Sınır Ötesi Operasyon

Uzun zamandır ülkenin gündeminde olan bir konu. Emir Bey’in ricasını da dikkate alarak, bu konuya değinmeye karar verdim.

Bundan birkaç sene önceye dönersek, Saddam zamanına, Türkiye için sınır ötesi operasyonların zemini çok farklı idi. Eskiden, 36. paraleli çizmiş, Kuzey Irak’ı Irak’ın toprak bütünlüğünden soyutlamış bir Türkiye vardı. O günün şartlarında meşru müdafaa hakkını kullanmış olmamak ve merkezi Irak hükümeti ile karşı karşıya gelmemek adına başarılı bir taktik olduğu söylenebilir.

Zira Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarına “meşru müdafaa” demesi, teröristlerin hukuki kimliğinin tanınması anlamına gelecekti.

Bunun da ötesinde Saddam’ın şerrinden kaçan Iraklı Kürtlere değinelim. Sınırlarımıza binlerce Kürt yığıldı. Hepsi dağları, tepeleri çıplak ayakla aşıp geldiler. Her geçtikleri yerde ölüler bıraktılar. Kimilerini gömdüler, kimilerini gömmeye vakit bulamadılar kaçmaktan. Ve bütün engelleri aşıp sınırımıza dayandıklarında, yerleştikleri yeri ölü kokusu kaplamıştı…

Biz ne yaptık? Bun insanlara sınırlarımızı açtık. Türk’ün koruyuculuğunu, misafirperverliğini, muhtaca merhametini gösterdik. Şimdi bize kafa tutan; fakat o zaman Türk pasaportu ile yurt dışı gezilerine gidebilen kabile liderleri, Özal’a “babamızsın” diyerek elini öptüler.

Gelelim bugüne…

Daha dün, çok acı bir haber geldi: bir yarbay, bir binbaşı ve bir er şehit edildi. Sanırım Yarbay seviyesindeki ilk kaybımız bu. Silah yine aynı: mayın!

Her gün şehit haberleri geliyor yurdumun dört bir yanından. Haber bültenlerinde ağlayan anaları görüyoruz. 1,5 yaşında babasız kalan çocukları, karnındaki bebeğiyle dul kalan bacıları görüyoruz…

Siyaset duygusallık kaldırmaz, evet, bunu söyleyen benim. Ama içinde bulunduğumuz şartlar altında artık şunu çekinmeden söyleyebiliyorum: Duygusal asker istiyorum, duygusal siyasetçi istiyorum!

Şehit annesinin serzenişine “Ben bunları mı dinleyeceğim?” diyen, bir başka şehit ailesinin haykırışına “Askerlik yan gelip yatma yeri değil” diyen bir başbakandan umudumu kestim! Artık sadece duygusal Genelkurmay istiyorum. Ve bunu, zaman zaman görebiliyorum.

Şimdi olayın biraz daha teorik boyutuna gelelim…

Bu tür olayları 14 Eylül öncesi ve 14 Eylül sonrası olarak iki dönemde incelemek faydalı olacaktır. 14 Eylül 2001’de ne olmuştu? 11 Eylül saldırılarının ardından George Bush, literatüre “Bush Doktrini” olara geçecek yeni ABD strateji ilkelerini açıklamıştı.

14 Eylül’den önce, bilhassa BM’in dayattığı bir takım oto kontrol mekanizmaları ile başka ülkelere yapılacak müdahaleler zorlaştırılmıştı. Zira barışı korumak görevi altında BM, her türlü silahlı eyleme karşı idi. Öyle ki meşru müdafaanın da şartları ağırlaştırılarak, meşru müdafaa zorlaşmıştı. Bu durumda ülkelerin, sınırlarının ötesindeki terörist hareketlere o ülke sınırları içinde doğrudan müdahalesi mümkün değildi, daha doğrusu çok zor şartlara bağlanmıştı.

Ancak Bush doktrini ile ortaya çıkan “önleyici karşı saldırı” kavramı, terörle mücadelede “olası tehlikeli saldırı” denen kavrama karşı savunma hakkı tanıdı. Teröre karşı “orantılı karşı yaptırım”ın yerini doğrudan “önleyici saldırı” aldı. Daha da önemlisi, meşru müdafaanın yalnızca devletlere yada belli hukuki varlıklara karşı değil, terörist gruplara karşı da yapılabileceği kabul edildi.

Bu durumda çok basit ama çok doğru bir ifadeyi aynen yazma gereği duyuyorum: ABD, okyanusun ötesinden gelip Taliban’ı vuruyor; ben burnumun dibindeki Irak’ı neden vuramıyorum?

İşte tam burada dünya konjonktürü, süper güç, lobi vb. durumlar ortaya çıkıyor.

Öncelikle şunu belirleyelim: Sınırı geçip ne yapacağız? Kiminle savaşacağız? Sınırı geçtiğimizde büyük ihtimalle çoğunluğu dağlardan kaçarak peşmergeye karışmış terörsitleri arayacağız dağlarda. Ya bulamayacağız, ya az sayıda bulacağız. Bütün bunlar olurken de döşenmiş mayınlardan dolayı şehitler vereceğiz.

Ama asıl önemli olan ondan sonrası. Irak sınırından sonraki dağlığın arkasındaki düzlükte bir tampon bölge oluşturup buraya konuşlanmadığımız sürece yapacak hiçbir şey yok. Kısacası: Türk askeri sınırın birkaç kilometre içinde ikinci bir sınır oluşturarak aradaki bölgeyi zararsız tampon bölge yapacak.

Plan buraya kadar güzel. Peki ya sorun nerede?

Sorun şu ihtimallerde:

1- ABD askeri henüz bölgeden çekilmedi. Yakında çekilecek ama henüz değil. Bu durumda ABD askeri ile çarpışma ihtimali var.

2- “Ben PKK ile savaşmam” diyen Barzani ve Talabani ile çarpışma ihtimali var.

3- Bütün bu gelişmelerin sonunda yurt içindeki terörün yükselme ihtimali var.

4- En kötü senaryo: Türk kimliği taşıyan Kürt kökenli vatandaşların, sınırlar dahilinde Türk askeriyle aleni çatışması ihtimali var.

5- Yukarıda anlattığım durum, açıkça “bölgesel işgal”dir. Irak ve ABD topraklarının işgalidir. Bunu uluslar arası camiaya anlatmak ve birçok ülkeyi karşımıza almanın vereceği sonuçlara katlanmak lazım.

Kısacası: sınır ötesi operasyon, birçok açıdan kırılma noktası olabilir.

ABD, aslında Türklerin Kuzey Irak’a girmesi konusuna olumlu bakabilir. Zira kendisinin bölgeden çekilmesi durumunda oradaki otorite boşluğunu yine bir çatışma ile kaos yaratarak ve sonuçta bölgeyi kendi kontrolündeki Türklere bırakarak gitmek isteyebilir. Ancak biz Türkler, girdiğimiz yerden kolay kolay çıkmayan bir milletiz…

Gelelim Büyükanıt ve hükümet arasında, bu konuda oluşan pozisyona…

Başta boşu boşuna demedim “Duygusal Genelkurmay istiyorum” diye. Ve görüyorum da bunu. Fakat hükümet, abisi ABD’den izin alamamış olacak ki, hâlâ “Bunlar öyle hemen olacak işler değil” söylemleriyle oyalamakta milleti. Kaç yıldır aynı hikaye. Askerlerimizin kafasına çuval geçirildiğinde de “O müzik notası değil” demişlerdi.

Ama daha önceki yazımda da açıkladım “Artık Türkiye’de milletin bağrından çıkan bir güç daha var” ve o güç, sınır ötesine geçmek için hazır bekliyor. Ama hükümet “Yapma, dur gözünü seveyim” diye adeta görmezden geliyor.

Benim fikrimi sorarsanız: Yukarıda saydığım hiçbir durum, bir tek şehidimizin anasının tek bir gözyaşından değerli değildir! Bir Türk dünyaya bedeldir, sözünü saçma sapan milliyetçilik yobazlığıyla anlayanları, şimdi bu şartlar altında bu sözü doğru değerlendirmeye çağırıyorum.

Dünyanın en disiplinli ordusuna sahibiz. Türk ordusu bölgenin en güçlü, en iyi ordusu. Askeri başarıyı, günümüzün gerçek ve modern aydınları olan başarılı komutanlarımızla kısa sürede alacağımıza inanıyorum.

Artık bu kan dursun. Biraz kendimize güvenelim.

10 yılda 15 milyon genç yaratan ruh, gerekirse bugün de çıkar; 1 günde 70 milyon genç yaratır.

İlgili TSK Açıklaması

4 yorum:

ferhat can dedi ki...

türkiye bu konuda ekonomik bağımsızlığını elde edememiş eş rolünde.

aslında kocasını, onun fikirlerini, dayattıklarını beğenmiyor. ama yapacak bir şeyi yok. kocasını mutlu etmek zorunda ekonomik olarak bağımsız hale gelene kadar.

(bu kadar sert konuya bu kadar yumuşak yorum. ama denge için yani. bir de salt askeri gücün bir anlamı yok. operasyonun askeri başarısının yanında, diplomatlarının başarısının da aynı oranda olması lazım di mi ?)

Kayhanoviç dedi ki...

Değerli paşamız Hasan kundakçı'nın "GÜNEYDOĞU'DA UNUTULMAYANLAR" adlı kitabında şöyle bir paragraf geçer:

"15 Yıl süren mücadelede Türkiye'nin insan ve para kaybı büyük olmuştur.1984-1999 Yılları arasında asker,polis,öğretmen,savcı ve geçicic köy korucusu olarak 5 bin 664 şehit verilmiştir.Buna bölgede teröristlerin köyleri basarak öldürdüğü 4 bin 487 vatandaşımızı da kattığımızda verilen şehit sayısı 10 bin 151'e yükselir.Buna karşılık teröristlerin ölü sayısı 18 bin 951'dir.Toplam insan kaybı 29 bin 102'dir.Bu sayı bir şehir nüfusuna yakındır."

Ben sanırım 20 yasımdaydım 30 bin lafı ağızlara sakız olmuştu. biz halen öncelikle kaç şehidimiz var onu bilmiyoruz. BU ÜLKE ÖNCELİKLE ŞHİTLERİNİ UNUTUR diyebilirim malesef...

bu olayı bu hükümete bağdaştırmakta ne kadar doğru ? 1984 yılından beri fiilen saldırılara maruz kalıyoruz. ben bir taburun şehit olduğunu tuncelide koşmaktan çatlayan bir askerimizin karahgah önünde heykelinin dikildiğini bilirim.
halende o heykel durur orada...

mayınlar kendi topraklarmızda patlıyor,kendi topraklarımızda can veriyoruz...

K.ıraktan geliyor evet ama nasıl hangi yollarla sokuluyor. Neden bu adamlar ellerini kollarını sallayarak giriyorlar ?

önce bunların cevabı verilmeli !
sonra k.ırak denilmeli biz kendi sınırımızı koruyamıyoruz acı ama gercek...

Sınırı hükümetmi korumalı ? askermi ?

1984 den beri yanlıs stratejiler yapılıyor hayırlısı artık...

girilcekse girilecek girilmeyecekse içimizdeki sorunları halletmeliyiz. bir şey derdim de ırkcılığa girerdi...

Emir Bey dedi ki...

teşekkürler efendim.

Tugc dedi ki...

Cok cok ayrintili bilgilere sahip degilim senin kadar ama duygusalik konusuna katiliyorum.
Ben ki duygusalligi cogu zaman zayiflik goren briisiyim ama yeter artik. Her gun olen birilerini duymaktan sikildim demeye utaniyorum artik ben ama bir yerlerde baskalari yaptiklarindan utanmiyor.
Tesekkurler yazi icin.