4 Mayıs 2007 Cuma

Bütün Yansımaları ile Cumhurbaşkanlığı Seçimi -2

Yazımın 2. bölümü, 5 başlıktan oluşuyor.

  • CHP’nin Tavrı

Cumhuriyet Halk Partisi, cumhurbaşkanlığı seçimini en başta sadece bir türban meselesine dayandırarak hata yapmış gibi görünse de, gerek Sayın Sezer’in gerekse Sayın Büyükanıt’ın açıklamaları ile kendine gelmiş olacak ki, meselesinin bütünüyle kavranarak bir rejim ve demokrasi olduğunun farkına vardı.

Bu şartlar altında da üzerine düşen görevi layıkıyla yerine getirdi.

Peki CHP tamamen kusursuz bir süreç mi yönetti? Kesinlikle hayır. Şu noktada 367 tartışması ve basının tutumundan bahsetmek yerinde olacaktı; ancak bunu diğer başlıklarda detaylı olarak ele alacağım.

  • ANAP ve DYP’nin tavrı

Mehmet Ağar ve Erkan Mumcu partilerine en az hakim genel başkanlar olarak anılmakta idiler. 367 olayında Mumcu kendini aklayarak bir güç sınavından yüksek not aldıysa da, Ağar için durum tam tersi oldu.

Yine de bu liderlerin ikisinin de çok önemli açıklamalarını bağlayıcı kabul ederek ele almak durumundayız.

Mehmet Ağar ve Erkan Mumcu’nun ortak noktası, ikisinin de hem muhalefete hem de iktidara çıkış yapmaları oldu. Bilhassa Ağar, oylama öncesi son basın toplantısında yaptığı konuşmada adeta önce muhalefete, sonra da iktidara bir tokat çarpıp kendi yoluna devam etti. Mumcu da benzer bir tavırla, olayı gererek durumu bu hâle getirdiği için hem muhalefete hem de iktidara kızdı.

İşte bu, merkez sağ dediğimiz olaydır. Merkez sağ merkezdedir, yani herkese göz kırpar, yani en basit tabirle orta yolcudur. Vatan, din, bayrak gibi ortak ulusal değerler üzerinden ve suya sabuna dokunmadan siyaset yaparak seçmene göz kırparlar. Hiçbir alakası olmadığı hâlde basın toplantısında Ağar nasıl sıkıştırdı araya “Okuyamayan baş örtülü yavrularımıza yazık…” temalı cümlelerini?

Kısacası: En kararlı duruşu göstermiş gibi duran ANAP ve DYP aslında en karaktersiz tavrı da sergilemiş ve “Aman hepsi aynı” diyen seçmene göz kırpmıştır.

Ancak şunu da unutmamak gerekir ki bugün gelinen nokta, bilhassa ANAP’ın direnç noktasının aynısıdır.

  • Cumhurbaşkanı Seçim Süreci

Hepimiz milli maç izler gibi televizyonlarımızın başına geçtik ve parmak hesabı yapmaya başladık. Acaba kaç kişi olacaktı salonda? Acaba hangi partiler girecekti? Bağımsızlar ne yapacaktı?

Ama bunların hepsinin ötesinde ben bu başlıkta, diğer başlıkların temalarına girmeden sadece seçim süreci olayını ve sonrasını değerlendireceğim.

Sayın Arınç, tarafsız bir Meclis Başkanı’ndan ziyade bir hükümet amigosu gibi davranarak seçim sürecini gölgelemiştir. Oysa unutmamalıdır ki bu başkanlık kendisine bakanlık verilmeyince çözüm formülü olarak emanet edilmiştir.

En büyük yıkım ise sayın Ağar’ın 2 milletvekilinin “Bir hava almaya çıkalım” diyip salona girmesi ve oy kullanması olmuştur.

Bu aşamada konuyu, seçim için teklif edildiği öne sürülen rüşvet iddialarına getirmekte fayda var.

Bir iş adamı CHP’li milletvekilini arıyor ve “Sana maddi manevi her şeyi veririz. Yeter ki seçime katıl” diyor. Mumcu ne kadar açıkça söyleyemese de vekilleri üzerinde baskı kuruluyor. Bunun da ötesinde, herkesin gözü önünde, açık seçik ANAP’a siyasi rüşvet öneriliyor. Yıllar önce Mumcu’nun teklif ettiği Anayasa değişiklik paketi ret yanıtı alıp dururken, birden yeniden gündeme getirilip teklif ediliyor. Hem de seçime saatler kala…

Sayın AKP’liler, ülkenin en onurlu işlerinden bir olan cumhurbaşkanlığı seçimini de kişisel hırslarınız ve gözü dönmüşlüklerinin uğruna nasıl kirlettiğinize bir bakın ve utanın hadi, birazcık da olsa utanın!

  • 367 Tartışması ve Anayasa Mahkemesi Kararı

İddia ilk ortaya atıldığında ben de dahil kimse önemsememişti. Arınç’tan tutun da Burhan Kuzu’ya kadar bütün hükümet hukukçuları 184’ün yeterli olacağını savunup durdular ve rahat görünmeye çalıştılar.

Oysa gerek seçim öncesi rüşvetler, gerekse 367’yi tutturma adına içeri kafasını uzatan vekillerin sobelenmesi ve oturumun başından beri gergin duran hükümetin bundan sonra gülücükler saçması, aslında nasıl da ciddiye alındığının bir göstergesidir.

Konuyu iki açıdan incelemekte fayda görüyorum.

1- Vicdani Açıdan:

Başta da belirttiğim üzere, Anayasa’nın temelinde manevi bir ruh yatar ve bu ruh, Anayasa ile ilgili her olayda ve durumda geçerlidir. İşte bizim de Anayasamızdaki demokratik ve çoğulcu devletin sonucu olan ve yine denge esasına dayanan “uzlaşma” kültürünün mutlak gerekliliği olan anlaşmanın (ki ilk başlıkta değindim) sağlanabilmesi için ruha uygun olarak 367 kurumunun konmuş olması, vicdanen gereklidir. Aksi takdirde Anayasa, ruhuna aykırı olarak diktatörlüğü önleyecek hiçbir mekanizma getirmemiş olacak ve uzlaşıya zorlamayacaktır. Oysa aynı anayasa değil midir sırf uzlaşma için ilk iki turda 367 oy arayan ve 4 turda seçim yapılamazsa vekilleri seçim baskısı altında tutan?

2- Hukuki Açıdan:

Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararını görmeden detaylı yorum yapmak mümkün değil. Ancak Haşim Kılıç’ın verdiği bilgilerden gerek 367 katılım ve oy şartının arandığını, gerekse gizli oy olması sebebiyle oylama yapılması gerektiğini ve bu unsurların ikisinin birden ihlal edildiğini; bu sebeple de seçimin geçersiz sayılacağını anlamak, mümkündür.

Kısacası: Anayasa Mahkemesi, hukuki açıdan tutarlı bir karar vermiştir.

Bu noktada hemen mahkeme kararı öncesinde ve sonrasında yapılan yorumlara değinmek gerekir. Sayın Baykal aleyhine “Yargıyı etki altında bırakmaya çalışmaktan” dolayı dava açılıyor. Zira kendisi, Mahkeme eğer ret kararı vermezse ülkenin kaosa sürükleneceğini söylemişti.

Eğer Baykal bir iktidar odağı olsaydı, bu kesinlikle doğru olabilirdi. Oysa ki elinde hiçbir devlet yetkisi bulunmayan bir muhalefet liderinin yaptığı durum tespitinin bağımsız yargıçlar üzerinde ne gibi bir etkisi olabilir?

Şimdi yeniden ben de savcıları göreve çağırıyorum. Sayın Başbakan “Bu karar, demokrasiye sıkılmış kurşundur” dedi. İşte asıl bu, hukuk devletine karşı çıkmak değil midir? Mahkemeye saygısızlığın âlâsı değil midir?

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin açıklamaları için de aynı şeyler söylendi. Özellikle açıklamanın zamanlaması bakımından bilhassa Anayasa Mahkemesi kararı ile ilişkilendirildi. Ancak şunu unutmamakta fayda var ki: Anayasa Mahkemesi her kararını bir gerekçe ile uzunca açıklamak durumundadır. Yani açıklayamayacağı bir karar veremez. Buna rağmen, basın açıklamasının metni, hedefin doğrudan hükümet olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Basın açıklaması ile ilgili detayları diğer bir başlıkta inceleyeceğim.

  • Basının Tutumu

Bütün dünyada basının belli başlı tutumları vardır. Ancak Türkiye’deki kadar taraflı ve tarafını olaylara göre bu kadar süratle değiştiren bir basın, dünyanın hangi ülkesinde görülebilir? Mitingde bu yüzden “satılmış medya” diye bağırmadık mı?

Dünyada basın ya tarafsızdır, yada muhaliftir. Bu muhalif olabilme lüksü de “basın bağımsızlığı”ndan beslenir. Oysa Türkiye’de medya patronları aynı zamanda banka, holding, ticari şirket patronları da oldukları için servetlerini korumak ve eğer mümkünse iktidar rantına ortak olabilmek adına hükümetin yanında yer almak durumundadır.

Sayın Baykal’ın açıklamasını canlı olarak dinliyorum, çok can alıcı şeyler söylüyor, 1 saat boyunca konuşuyor. Oysa akşam haberlerinde 3 cümle veriliyor sadece, o da Anayasa Mahkemesi kararı ile ilgili malum yorum.

Medyamızı, vicdanı ile baş başa bırakmak istiyorum; eğer öyle bir şey varsa!

Bilhassa Aydın Doğan’ın elemanları, olaylar karışana kadar Erdoğan’ın bu süreci ne kadar iyi yönettiğini söylüyorlardı. Ortalık karışınca muhalefeti suçlamaya başladılar. Gece yayınlanan TSK açıklamasından sonra ise de tam tersine dönerek “Süreç iyi yönetilemedi, hükümet ortamı gerdi” dediler. Daha sonra hükümet beklenenin tersine alttan almayınca da yeniden dönerek AKP’yi ve partilileri övme yarışına girdiler.

Dün, AKP’nin emrindeki TRT’de bir program izledim. Zaman Gazetesi, Radikal Gazetesi Genel Yayın Yönetmenleri ve birkaç yalaka gazeteci bir araya geldiler ve Abdullah Gül ile söyleşi (!) yaptılar. Bu programı tarafsız gözle izleyen hiç kimsenin yaşananlara isyan etmemesi mümkün değil. Sorular önceden hazırlanıp gazetecilerin ellerine verilmiş, al gülüm ver gülüm sistemi kurulmuş, arada şakalar yapılıyor, kahkahalar atılıyor…

İsyan ediyorum dönek medyaya!

Dünyanın önde gelen basın kuruluşlarının 1 milyondan fazla diye verdiği mitingleri “yüz binler yürüdü” diye yayınlayan medyayı kınıyorum!


Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Tutumu, başlığını da içeren son bölüm 6 Mayıs Pazar akşamı yayınlanacak.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

CHP,çok iyi olmasa da hatalarıyla birlikte muhalefet görevini yerine getirdi.Yazıyı okudum ancak gündem çok hızlı değişiyor.Bugün yine meclis genel kurulunda 367 tamamlanamadı,hükümet oturumdan ayrıldığı için diğer gündem maddeleri de ele alınamadı.Öte yandan DYP ve ANAP birleşerek Demokrat Parti adı altında seçime girecekler.(yeni bir demirkırat mı oluşuyor ne..:D )Merkez sağda bu gelişmeler olurken,solda birlik arayışları da başladı,CHP ve DSP görüşmeleri hızlandırdı.Tüm bunlar,mitinglerde "birleşin" sloganlarından da anlaşıldığı üzere halkın istediği doğrultuda gelişmektedir.Dünkü Hürriyet gazetesinde Emin Çölaşan çok güzel bir yazı yazmış,onun da dediği gibi,partilerin hava atacak,kapris yapacak,böbürlenecek lüksü yok şuanda.Cumhuriyet ve laiklik için ne gerekiyorsa yapılması lazım artık geç kalmadan.

Saygılar
A.Hilal Çetin